Eveet… Daha önceki bir yazıda bahsetmiştim. Ben 28 Şubattan sonra uzun seneler Viyana’da yaşadım. Orada çok aktif ve sportif bir hayatım vardı. Yani evlenip Türkiye’ye döndükten sonra yaşadıklarımın tam tersiydi. Hele 2 çocuk olunca ve belli bir yaştan sonra o kaçınılmaz aile döngüsünün içine girince, daha net söylemek gerekirse sayın Gülseren Budayıcıoğlu’nun bahsettiği “kader motifi” içine girip metabolizma hızım minimumlara düşünce, ne spor kaldı hayatımda ne de aktif bir yaşam. Aktif hayatıma İstanbul’da Hazar Derneğinin okuma programları sayesinde geri dönebildim. Yüksek lisans yapmış olsam hatta o sırada doktoraya da yeni başlamış olsam bile ders çalışmak ya da tez yazmak aktif bir hayat değildi benim için. Hatta kısa zamanda derneğin yönetim kuruluna katılıp oldukça aktifleşmeyi başarmıştım. Çok da keyif almıştım. Seneler içinde fakat bir türlü koşuya başlayamadım. Sürekli yürüdüm. Günde yirmi kilometre yürüdüğüm bile oldu. Ama eskisi gibi koşabilme gücüm hiç kalmamıştı. Ta ki geçen sene oğlum bana bir gün “hadi anne” diyene kadar. O gün oğlumla güneş doğarken yürüyüşe çıkmıştık. Ona senelerce koştuğumu ama artık bi türlü koşmaya başlayamadığımı anlatmıştım. Çocuk işte, bana birden “hadi anne koş!” dedi, o koşmaya başladı, ben de onunla başladım… Aslında koşamama sebebim senelerin üzerimde kalan ağırlığıydı. Zaten uzun seneler çocukluk ve gençlik travmalarımın şifalanması için terapiye de gidiyordum. O gün başladım, sonra kendimi eskisi gibi Viyana Kadın koşusunda buldum.